EYLUL2020 Zekeriya Şimşek
Betonlaşan İzmir…
Betonlaşan İzmir… “Zihinsel betonlaşma”mız ete kemiğe büründü; “kentsel betonlaşma”dan da sırılsıklamız. Biz, şehirciliği betonlaşmak olarak anladık/algıladık. Oysa betonu toprak (tarım) ile değiş tokuş yapabileceğimizi zannetmenin çıktısı, fayda etmeyen son pişmanlık olacaktır. Taşı toprağı altın büyükşehirlerin geleceği, kilit kavram betonlaşmak/betonlaşmamak ikilemi üzerinden tercih ile şekillenmekte. İzmir dâhil. Betonun bir ucunda emeğin temsilcisi “amele” öbür ucundaysa sermayenin temsilcisi “müteahhit” vardır. Tüm sektörlerin kaderine terk edildiği dönemlerde bile kamu yönetimi, inşaata bel bağlamış insanları düşünerek konut kredileri faizlerini aşağı çekmeyi, beton işlerini desteklemeyi ihmal etmez. Yetmez, yeni hastane/okul/kamu binaları projelendirilmek suretiyle çetin sektördeki amelenin işsiz kalmamasına, bilcümle tedarikçi piyasasının canlanmasına ve müteahhidin kanlanmasına -yani rantiyeye dönüşmesine- ek olanaklar sağlar. 2000’li yıllarla birlikte öğrenmiş bulunuyoruz ki; beton sevgisi imandandır. İnsana değil binaya yatırım yapmak esastır. Betonlaşmanın bereketinden bihaber olanların imanından şüphe etmek gerekir. Müstakil evleri sitelere dönüştürmek için Kuvâ-yi Milliye ruhuyla gecesini gündüzüne katan, iş kazasıyla ölenlere dair ölen ölür kalan sağlar bizimdir diyen, yüz evlik projeyi on otopark ile belediyeden geçiren, yüzme havuzunu oturma ruhsatı sonrası bonus olarak yapıp müşterisini sevincik delisi yapan müteahhitleri özel koruma altına almalıyız. Üretilen onca betonun bir alıcısı olmalıdır. Her yeni inşaat aynı zamanda yeni iş alanları açmak demektir. Siteler güvenliksiz, mahalleler bekçisiz olmaz. Böylece, köyünden-yurdundan uzaklaştırılmış insanlar büyükşehirlerde istihdam imkânı bulur. Öte yandan iş bulmak ümidiyle terk ettiği köyünün bağlı bulunduğu şehir büyükşehir olunca köyü de mahalleye dönüşür. Bu yepyeni mahalleler ve büyükşehirler, tonlarca beton, kilometrelerce asfalt, metrekarelerce parke taşı yani yeni zenginlikler demektir. İşsizlik azalır, ekmek kapısı çoğalır. Devasa hastaneler/okullarda inşa edilir. Okul bahçesinde çocuklar bir ağızdan şarkılar söyler: Orda bir köy var uzakta… Oysa ne köy kalmıştır ne de orman! Hem köyden, ormandan bize ne fayda? Çoğu zaman “kendiliğinden yanıp verimsiz araziye dönüşen orman” müteahhite tahsis ediliverir ya da satılır. Nasiptir bunun adı. Sonra imara açılır, otel olur, villa olur, AVM olur, toplu konut olur… Vatan hainlerince hor görülen betonlaşmanın her aşaması “işini bilen insan” için vesile-i nimet olur. “Yaşayan Şehir Yaşanacak Şehir İzmir“ “Betonkent”e evrilirken iştahımıza maşallah mı demeliyiz! Acaba? Güzel İzmir, sekiz bin yılı aşkın tarihinin en şantiye dönemini yaşamaktadır. Oysa şehircilik, bir müteahhitlik faaliyeti değildir. Şehirlerin fiziki planlamasının iktisadi ve sosyal ihtiyaçlarla birlikte düşünülmesi gerekir ki şehircilik; mimar ve mühendislerin yanında iktisatçı, hukukçu ve sosyologlarında yer aldığı çoklu bir disiplindir. İzmir’in kurtuluşu sonrası Gazi ile tanışıp yakınlaşarak birçok önemli olaya tanıklık eden gazeteci Falih Rıfkı Atay (1894-1971), anı kitabı Çankaya’da “Şehircilik diye bir ihtisas olduğunu öğrenmiştik” der. Acaba? İzmir’deki müteahhitlere “Şehircilikten ne anlıyorsunuz?” tek sorusu üzerinden bir anket yapmak mümkün olsa keşke… Yoksa, Stanford Üniversitesi psikoloji profesörü Philip Zimbardo (1933-)’nun 1969’da yaptığı bir deney üzerinden geliştirilmiş Kırık Cam Teorisi’ni ciddiye mi alsak? Ne de olsa Amerika’yı yeniden keşfetmeyi severiz: P.Zimbardo, suç oranının yüksek olduğu, yoksul Bronx ve daha yüksek yaşam standardına sahip Palo Alto bölgelerine birer 1959 model otomobil bırakır. Araçların plakası yoktur, kaputları açıktır. Olup bitenleri gizli kamerayla izlemeye başlar. Bronx’taki otomobil üç gün içinde baştan aşağıya yağmalanır. Diğerine bir hafta boyunca kimse dokunmaz. P.Zimbardo, sağlam otomobilin kelebek camını çekiçle kırar. Daha ilk darbeyi indirmiştir ki çevredekiler yani zengin beyazlar olaya dâhil olurlar. Birkaç saat sonra o otomobil de yoktur artık. P.Zimbardo, bu gelişmeleri şöyle kuramsallaştırır: “İlk camın kırılmasına, ya da çevreyi kirleten ilk çöpe, ilk duvar yazısına izin vermemek gerek. Aksi halde kötü gidişatı engelleyemeyiz.” Sözün özü; bir şehri binaları değil insanları güzelleştirir. Seçtiğin vazgeçtiğine değmezse; sonuç, sağlıklı gelişme değil obez büyüme olacaktır.